Hafif bir meltem odasının camından içeri sokulup saçlarıyla oynadığında Cath neredeyse hazırdı. Uzun, upuzun, bir yaz tatilinin ardından tekrar Aaron’la buluşmak, onun için çölde su bulmak gibi bir şeydi. Aaron’ı görmek onun için bir ihtiyaçtı artık. Eksik hissediyordu kendini o olmadan. Ve bu annesine karşı bile hissetmediği bir duyguydu. İlk kez bir insanı gerçek anlamda sevmişti. Deli gibi mi seviyordu bilinmez ama gerçek* olarak sevdiği kesindi.
Bu yüzden ilk kez dışarı çıkarken kendisi için değil, Aaron için hazırlandı. Güzel olmak istiyordu onun karşısında. Aynada kendisine bakıp ‘’Sen de bunları düşünür oldun Cath.’’ dedi. Ama şimdi durup kişilik çatışmasını dinleyecek vakti yoktu. İçindeki sesi susturup çantasını omzuna aldı ve odasından dışarı çıktı. Malikane bugün tenhaydı. Herkes kendine bir iş bulmuş ve malikaneden ayrılmıştı. César’ın odasının önünden geçerken kapıyı tıklatmadan odaya dalmak için çılgınca bir istek duydu ancak olayın uzayacağını ve tipinin kayacağını bildiğinden ses çıkarmadan geçip gitti. Merdivenlerden inerken Erech’in evde olmamasının büyük şans olduğunu düşündü tekrar. Evde olsa milyonlarca pürüz çıkaracaktı. Şimdiyse ondan habersiz muhteşem bir gün bekliyordu Cath’i.
Cath, muggle dolu sokaklarda mümkün oldukça az temaslı bir yolculuğun ardından Aaron’ın seçtiği buluşma mekanına vardı; Eiffel. Cath artık burayı avucunun içi biliyordu. Her ne kadar Erech ve Cath burayı sevmeseler bile küçüklüklerinden beri –ki bu Erech için 6-7 yıllık daha fazla bir süreydi- anne-babaları onları sıklıkla buraya getirirlerdi. Ancak Cath’in anlamadığı Aaron’un neden burayı seçtiğiydi. Aşk’ın sembolü haline geldiği için mi? Ha-ha buna gülerdi işte. Çok ünlü olduğu için? Aaron böyle şeylere önem vermezdi. Cath kafasını böyle şeylerle meşgul etmeyi bırakıp kuleden içeri adımını attı. İçersinin serinliği ona iyi gelmişti. Yavaş yavaş ilerleyen sırada son bir kez kendine bakmış hafif yaptığı makyajının üzerinden son bir kez geçmişti. Aynasını kapattığında ona kıskanç bakışlarla bakan kızlara yapmacık bir sevecenlikle -ki Cath’in yapmacık bile olsa ne kadar sevecen olabileceği şüpheliydi- gülümsedi. Alay dolu bakışlarını kızlardan çevirdiğinde sıranın kendisine geldiğini gördü. Hızlı adımlarla merdivenlerden çıktı ve kafe bölümüne ulaştı. Onu her zaman rahatsız eden parlak ışıklar karşısında gözlerini kıstı ve kalabalığa rağmen dikkatini ilk çeken kişiye doğru yöneldi; Aaron.. Tanrım nasıl da özlemişti onu. Kendini kontrol etmese ona doğru koşup boynuna atlayacağını fark etti ve irkildi. Ne zamandır böyle sevecen* şeyler istiyordu? ‘’Hayır,’’ diye düşündü. ‘’Şimdi hiç sırası değil.’’ Ve ses kendiliğinden sustu. Cath minnetle son iki adımını attı ve Aaron’un bakışlarıyla buluşturdu gözlerini. İşte en özlediği şey! Çocuğun buz gibi bakışlarıydı Cath’i etkileyen aslında. Nasıl da kayboluyordu o bakışların derinliklerinde.. Nasıl da ayıramıyordu bir saniyeliğine bile olsa..
Gülümsemesindeki alayı silen tek kişiye, her zamanki gibi içten gülümsedi. Onu ilk gördüğünde yaptığı gibi. Onların aşkı böyleydi işte. Dokunmadan, sevgi sözcükleri söylemeden.. Cath, gülümsemesini değiştiren o bakışlara tutkundu. Ve yine kendini kaybetmişti o bakışlarda. Konuşması gerektiğini hatırladığında kendine gelebilmek için gözlerini kırpıştırdı. Ne diyeceğini bilmeden başladı konuşmaya;
‘’ Hoş geldin Aaron.’’ Söyleyecek daha iyi bir şey bulamamıştı. Aslında aklına ilk gelen bunlardı. Ama Aaron, Cath’in onu görmekten mutlu olduğunu biliyordu. Bütün yaz onu nasıl özlediğini biliyordu. Bunları söylemeye alışkın olmayan bir ağızdan böyle şeyler duymak daha itici olur diye düşünüyordu Cath. İkisi de birbirlerine duydukları aşkın sözcüklerden çok daha fazla derinde olduğunu biliyordu. Ve böyle mutluydular..